ERMENİLERİN KOMŞUSU ULVİYE TEYZELER
Tamer Çilingir
Küçük bir çocuk iken ‘dışarda bana bir daha mama deme’ demiş annesi. O yaşta hissettiği ise annesinin artık kendisini sevmez olduğu imiş. Öyle ya neden ona ‘bana mama deme bir daha’ desin ki.
Aline Özinian ile katıldığımız bir panelde anlatmıştı küçük bir kız iken hissettiklerini. Ama daha acı bir anısını anlattı ki, hala etkisindeyim. Yanlış hatırlamıyorsam bir Ulviye teyzesi var Aline’nin. Teyzeliği üst kat komşuluğundan geliyor. Köfteyi çok severmiş Aline. Ulviye teyzesi de ne zaman köfte yapsa Aline’ye getirirmiş. Çok sevdiğini hissedermiş Ulviye teyzesinin Aline’yi. Bayramlarda, tatillerde hep yanına gidermiş, sevimli güzel sözcüklerle hitap edermiş Ulviye teyzesi Aline’ye. Sanırım yedi sekiz yaşlarında o zaman Aline.
Anlaşılacağı üzere Aline İstanbul’da yaşayan bir Ermeni ailesinin kızıdır.
Doğup büyüdüğü toprakları terk edip Erivan’a yerleşip bir aile kurmuş şimdi çocuk sahibi bir anne Aline. Çeşitli gazetelerde yazılar yazıyor, Agos da yazılar yazdığı gazetelerden biri Aline’nin.
Ulviye teyze bir gün kapılarını çalar hiddetle Alinelerin… Ermenilerle ilgili yaşanan bir siyasi kriz zamanıdır. Kusar içindekileri Ulviye teyze. ‘Siz de gideceksin kılıç artıkları yeter artık, kestik kestik bitmediniz’ der.
O sevgi dolu teyze
şeytana dönmüştür.
Kendisi hala genç bir kadın Aline. Belli ki bu travmayı yaşadığı tarihi öyle
çok da eski bir tarihe dayanmıyor. Anne ve babasının Ulviye teyzesi tarafından
bıçaklanmamış olması, ölüm yolculuklarına gönderilmemiş olması, o esnada
komşularınca katledilip ellerindeki değerli eşyalara el konulmamış olması,
geride kalan mal varlıklarının da komşularınca yağmalanmamış olması, acaba
Aline’nin yüz yıl önce bunları yaşamış Ermenilerden daha şanslı olduğunu mu
gösteriyor?
Binlerce yıldır
yaşadıkları toprakları onlara mezar eden, sağ kalanları sürgün eden mallarına
mülklerine el koyanlar kimlerdir?
Bir ulusu soykırıma uğratan erkin suçunun tespiti ve cezası adaletin sadece bir
kısmını sağlayabilir.
Ancak soykırım öyle sadece askeri organizasyonların, polis teşkilatlarının,
orduların becerebileceği bir iş midir?
İnsanları bin bir çeşit işkencelerle katletmek bir ‘hüner’ gerektirse de onlardan geriye iz bırakmamayı başarabilmek kolay mıdır?
Bunları yapabilmek için soykırımına uğratılanların ilişkide oldukları insanların, komşularının da öldürülmesi gerekmez mi ki tüm izler yok edilebilsin?
İşte olan tam da
budur. Soykırımına uğratılanların aynı havayı soludukları, aynı dereden su içtikleri,
aynı yollarda yürüdükleri bazı insanlar olan komşuları onlardan geriye kalan mal
ve mülke emek vermeksizin sahip olabilecekleri vaat edildiği için soykırım
suçuna ortak oldular. Bazıları ise hiç sesini çıkarmayıp, olan biteni görmezden
gelerek bu izlerin yok edilmesini sağladılar.
Soykırım sonrası hepsi ödüllendirildi. Kimi bir yıkık barakayla, kimi komşusuna
ait bir battaniyeyle, kimi bir altın bilezik ile, kimi evler, arsalar, değerli
mücevherler ile…
Yani soykırımda sadece Ermeniler değil komşuları da öldürüldü…
O ölü komşuların ölü çocukları, ölü torunları doğdu.
İşte Ulviye teyze o ölülerin torunlarındandır.
Aynı durum soykırım kurbanı Pontoslu Rumlar / Helenlerin de, Süryanilerin de başına gelmiştir.
Yüz yılık cumhuriyet tarihi boyunca nerede bir hak, hukuk, eşitlik, özgürlük talebi ortaya çıkarsa bunları boğmak için sadece jandarma, asker, polis seferber edilmez. O yüz yıl önce komşularının soykırımına eşlik eden ölülerin çocukları ve torunları da orada olurlar. Kimi zaman ateşe verin diye bağırır, kimi zaten ateşe verirler. Vurun diye bağırır, vururlar. Kimi zaman da olan bitene sessiz kalıp, görmezden, bilmezden gelirler.
Ne devletler özellikle
de Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne de soykırım suçlusu kurumlar bu suçları kabul
ederler. Onların bu konudaki tek tavrı inkardır.
Ama o komşular ve komşuların çocukları ve torunları ölü olarak yaşamaktan vaz
geçebilirler, yüzleşebilirlerse kendileriyle ve geçmişleriyle. Ve eğer bu
yüzleşmeyi becerebilirlerse hem kendilerini kurtarabilir hem de adaletin sağlanmasına
katkı sunabilirler.
Comments are closed.