KAFATASI KOZANİ’DE, BEDENİ TRABZON LİVERA’DA YATIYOR
TAMER ÇİLİNGİR
Yüz yıldır neredeyse kazılmadık tek karış toprak kalmadı Pontos’un şehirlerinde, kasabalarında ve köylerinde.
Altın arayanlar
nasıl bir ruh halindedir diye düşündünüz mü?
Definecilik üzerine dünyada kurulmuş dernekler var. Bir spor olduğu, tarihe
ışık tutulduğunu iddia edenler olsa da, Arkeoloji bilimiyle ilgili bilim
insanları varken, bu bilimle ilgisi ve bilgisi olmayanların defineciliği
meşrulaştırma çabaları komik duruyor.
Bizdeki
definecilerin de zaten öyle spordur, tarihe ışık tutmaktır gibi bir dertleri
yok zaten. Kolay yoldan zengin olma hayalinden besleniyorlar.
Peki buldukları altın ya da değerli eşyalar ya da daha doğru deyimle paraya çevrilebilecek
şeyler kime ait?
Bundan yüz yıl önce Pontos’ta yaşamış olan Hristiyan Rumlara / Helenlere ait.
Mübadele adı altında zorla sürgüne gönderilen bu insanlara giderken yanlarında götürmeleri için sadece taşıyabilecekleri eşyaları almaları söylenir. Kimi eşine komşusuna bırakır emanet olarak değerli şeylerini kimi ise bir yerlere gömer. Geri döneceklerini sanarlar bir gün. Geri dönemezler; kimi bu sürgün yollarında katledilir kimi de Yunanistan’a sağ ulaşır ama bir daha geri dönemez.
O insanlar binlerce yıldır Pontos’a can veren, kan veren insanlardır ve köklerinden koparılırlar. Onlardan geriye kalanları definecilik adı altında yağmalamak işte tam da o tarihe ve insanlara karşı işlenmiş insanlık suçudur.
Ama bu ayıp onlara
ait değildir sadece.
Yüz yıl önce bu insanları katleden ve
malları yağmalayan, soykırım suçlularına bu insanların mallarını peşkeş çeken devlet
bu durumun da meşrulaştırıcısıdır. ‘Hristiyanın malı Müslüman’a helaldir’ düşüncesi
Osmanlı’dan beri bu toprakları kan gölüne çevirmiştir.
Emek vermeden, alın teri dökmeden başkasının ürettiğini gasp ederek, çalarak
yaşamak ve üstelik bu iyi bir şeymiş gibi savunmak ne acı bir haldir. Ne kötü
bir yozlaşmadır.
Bundan sekiz yıl önce, Trabzon’un Maçka ilçesinin Livera (Yazlık) köyünde define arayanlar eski bir Rum mezarı bulurlar. Mezarı talan edip içindeki kemikleri ulu orta bırakıp kaçarlar. Kısa bir zaman sonra geri gelip topladıkları kemikleri yeniden toprağa gömerler.
Ancak o telaşla mezardan çıkan kafatasını unuturlar.
O kafatasını bulur o köyden bir bilge insan; İlyas Karagöz. Koca yüreklidir o kafatasını alır yıkar temizler. Müslümandır İlyas Karagöz, kendi inancına uygun dua eder önce. Ama için sinmez Yunanistan’dan arkadaşı olan tarih Profesörü Konstantinos Fotiadis’i arar. Hristiyan inancına uygun olarak nasıl dua edileceğini sorar ona. Ölüye saygıdır İlyas Karagöz’ün yaptığı. Kafatasını ne yapacağını bilmez çünkü mezar kazıldığından ve tabi bugüne değin bir mezar gibi korunmadığından kesin olarak yerini bulmak, kemikleri birleştirmek ölüye daha da eziyettir diye düşünür o temiz kalbiyle. Peki ne yapacaktır şimdi. Mezarından çıkarılan bu insanın kafatasının yeniden kendi inançlarıyla gömülmesi en doğrusudur diye düşünür.

Selanik’teki dostu Fotiadis ile konuşur ve karar verirler, en doğrusu kafatasının Selanik’te Ortodoks Hristiyan geleneklerine uygun olarak gömülmesidir.
Bu kez Fotiadis hızlı bir biçimde Trabzon’a, Livera’ya gider. İlyas Karagöz’ün özenle koruduğu kafatası bir çantaya yerleştirilir. Fotiadis’in elinde yüz yıl önce yaşamını yitirmiş Pontoslu bir Rum / Helen’in kafatası olan çanta ile soğukkanlı bir biçimde geçer havaalanındaki arama noktalarını ve ulaşır Selanik’e. İris Miron’un bir kez daha cenaze töreni yapılır. 353 bin insanın içinde en şanslı olanlardandır artık. İnancına uygun şekilde toprağa verlir yüz yıl sonra. Ama bedeni Livera’da, kafatası Kozani’de Tetralofos köyündedir. Ruhu ise bütün Pontos’da…
Comments are closed.